Yaklaşık iki ay önce


İçeri girdikten sonra evin atmosferi oldukça sıcak ve samimi geldi. Salonları oldukça ferah ve modern döşenmişti. Adam beni içeri buyur edip oturmam için bir yer gösterdi. “Eşim birazdan gelir, o da seni çok merak ediyordu,” dedi gülümseyerek. Hemen ardından, mutfağa doğru yöneldi ve bana bir şey içip içmeyeceğimi sordu. Nazikçe teşekkür edip su alabileceğimi söyledim.
Bir süre sonra mutfaktan eli boş döndü, sanırım suyu masaya getirecekti. Sohbet etmeye devam ederken dikkatimi çeken şey, sesinin biraz daha yavaş ve kişisel bir tonda olmasıydı. Hafifçe garip hissettim ama bunu üzerinde fazla durmadım. Oturduğum yerden evin genel dekorasyonuna göz atarken, bazı kişisel eşyalar dikkatimi çekti; aile fotoğrafları, kitaplar, süs eşyaları…
Biraz daha zaman geçince, hala eşinin ortalıkta olmaması kafamı kurcalamaya başladı. “Eşiniz nerede?” diye sormaktan kendimi alamadım. Hafif bir gülümsemeyle, “O birazdan gelir, merak etme” dedi. Ancak bu sırada kendimi biraz rahatsız hissetmeye başlamıştım. Davet gayet masum ve dostane görünüyordu, ama içimde bir huzursuzluk vardı.
Bir an sessizlik oldu, sadece duvardaki saat tiktak ediyordu. Huzursuzluğum daha da artarken, adamın gözlerindeki ifadeyi inceledim. Gülümsemesi hâlâ yerindeydi ama içinde bir şeylerin döndüğünü hissediyordum. “Belki bir kaza olmuştur,” diye düşündüm. Kendimi rahatlatmaya çalıştım ama aklımdan geçenleri sorgulamaktan da kendimi alıkoyamadım.

“Belki de evde bir şeyler daha iyi gitmiyor,” diye içimden geçirdim. Kafamda bir dizi senaryo belirdi; belki eşinin gelmesi gereken bir yere gitmişti ya da belki de başka bir sebeple evde olamıyordu.

“Kitaplardan hangileri favoriniz?” diyerek sohbeti sürdürmeye çalıştım. Adam, bazı kitapların üstüne gelerek “Bu romanları çok severiz, birlikte okuruz,” dedi. Ancak sesindeki tonlama hâlâ tuhaf geliyordu. “Birlikte okumanız çok güzel,” dedim ama içimden bunun ne anlama geldiğini merak ediyordum.

Biraz daha süre geçti, yine de eşinin gelmemesi beni rahatsız etti. “Gerçekten merak ediyorum, eşinizin geç kalmasının bir nedeni mi var?” dedim, daha doğrudan bir şekilde. Adamın gülümsemesi donuklaştı, bir an için gözleri kaçtı. “Her şey yolunda, gerçekten,” dedi ama sesi daha az inandırıcı geliyordu.

Huzursuzluğum artık dayanılmaz hale gelmişti. “Belki başka bir zaman tekrar görüşürüz,” diyerek kalkmaya karar verdim. O sırada kapıdan bir ses geldi, kapının açılma sesi… Eşinin gelmesiyle belki de durum farklılaşabilirdi. İçimden bir nefes alıp, beklemeye karar verdim. Kapı açıldı ve karşımda beklediğimden farklı birini gördüm.
Kapı açıldığında, içeri giren kadının yüzündeki endişe ifadesi beni rahatsız etti. “Özür dilerim, biraz geç kaldım,” dedi ama tonlamasında bir şeyler yanlış gibiydi. Adam, “Merak etme, her şey yolunda,” dedi; ama bu sözler beni tedirgin etti.

“Belki de şimdi gitsem iyi olur,” dedim ama adamın bakışları üzerimde yoğunlaştı. “Neden bu kadar acele ediyorsun?” dedi. Kadın aniden, “Bizi tanıdığın için mutlu olmalısın. Bizimle kalmalısın,” dedi. Bu sözler içimde bir alarm çaldırdı.

Gözlerimde korkuyla geriye doğru çekilirken, kadın hızlıca araya girdi: “Bize katılmalısın. Bu ev seni bekliyor.” Kalbim hızlıca çarparken, arka kapıya doğru ilerledim ama adam önümde durdu.

İçimdeki korku ve intihar isteği arasında gidip geliyordum. “Hayır, burası benim yerim değil!” diye haykırdım. Adamın gülümsemesi, tehditkar bir alaycılıkla kaynadı. Kadının gözlerindeki boşluk, beni daha da tedirgin ediyordu.

Tam o anda, odanın köşesindeki bir pencereden dışarıdaki gün ışığı gözlerime vurdu. O ışık, bana bir kurtuluş yolu sundu. Bir an bile tereddüt etmeden, kapının yanından hızla geçerek pencereden dışarı fırladım. Dışarıda, taze hava beni sarhoş etti. Geriye dönüp baktığımda, adamın ve kadının boş gözlerle ardımda kaldığını gördüm.

Hızla yürümeye başladım, kalbim hala hızlı atıyordu ama bu kez korkunun yerini özgürlük hissi aldı. O evin karanlık sırları geride kaldı; ben, o kötülükten kurtulmayı başarmıştım. Belki de hayatımın en büyük savaşıydı ama sonunda kazandım.