Karım beni kendi


Evin içinde sessizlik hakimdi. Eşimin arkadaşı Ceylan’ın gözlerinden yaşlar süzülüyordu, söyledikleri kafamda yankılanıyordu: “Keşke senin gibi bir eşim olsaydı.” O an ne yapacağımı bilemedim, ortada kalmıştım. İçimde bir vicdan muhasebesi başladı; eşime olan sadakatimle Ceylan’ın acısına karşı duyduğum merhamet arasında sıkışmış gibiydim. Sonra Ceylan bana döndü, gözlerindeki hüzün yerini bir başka ifadeye bırakmıştı.

“Senden bir şey isteyeceğim,” dedi, sesi titriyordu. “Ama bu sadece aramızda kalacak. Söz ver, kimseye söylemeyeceksin.”

Bana doğru bir adım attı, o an kalbim hızla atmaya başladı. İçimde bir şeylerin yanlış olduğunu biliyordum ama yine de onun söylediklerini merak ediyordum. “Tamam,” dedim, ne istediğini bilmeden. Söz vermek o kadar da zor gelmedi o anda, çünkü ne söyleyeceğini bilmiyordum. Ancak içimde bir huzursuzluk vardı.

“Sana ihtiyacım var,” dedi. Bir an duraksadım. “Beni yalnız bırakma. Bu evde, bu durumda, senin varlığın bana iyi geliyor.”

Sözleri kulağımda yankılanırken içimde bir çatışma başladı. Ona yardım etmek mi, yoksa bu durumu yanlış bir yola sürüklememek mi? Eşimin arkadaşının bana karşı hissettiği şeyin ne olduğunu o an net olarak kavramaya başlamıştım, fakat olaylar öyle hızla gelişti ki ne yapacağımı bilemedim.

Gecenin ilerleyen saatlerinde Ceylan bana daha fazla yaklaştı, onun acısını paylaşmak isterken kendimi bir anda sınırları zorlayan bir durumun içinde buldum. Akşam, olayların daha da sarpa sardığı bir hale dönüştü. İkimizin de sınırları aşmaya çok yaklaştığı o an, içimde bir yerde durmam gerektiğini biliyordum. Ama ne yazık ki, o an hislerim ve dürtülerim daha baskındı…